25 Ocak 2009 Pazar

SİSLİ PUSLU BİR SABAH..

Hava gri , ahmak ıslatan , i-pod da Sezen ''küçüğüm'' ve genizden sızan acımtırak duygular...

Ilımlı bir tren yolculuğunun ardından şiddetli başağrısının neden olduğu kısık gözlerle tırmanıyorum Acıbadem yokuşunu.Yanımdan geçen 'yabancıl'lar anlam veremiyorlar belli ki yüzümdeki ifadeye.Yağan yağmura inat şemsiyeyi açmıyorum ''yağmur rahmettir''derdi ananem.rahmet yüzüme vura vura yoluma devam ediyorum.çevremdeki koşulların bana verdiği yetkiye dayanarak hüzünleniyorum..Saniyeler içinde düşünceler akıyor zihnimden,dünden bugünden,yarına..Hayat ne kadar hesapsız diyor içimdeki ulvi ses.hayat nasıl gidiyor diye soranlara bildiğin gibi diyorsun da kim neyi biliyor diyor.başlıyorum ona kendimi savunmaya olanları haklı çıkarmaya.Ben bile hak veremezken neyin savunmasını yapıyorum diyorum sonra.İçimdeki dışsesle konuşa konuşa farketmiyorum yağmurun hızlandığını.Kirpiğimi aşıp gözüme giren damlalar getiriyor kendime.Tam gerçeğe döndüğüm anda durağın üzerindeki yazıyla gözgöze geliyorum:Ağlama , ağlarsan sihir bozulur.

Hey ağlayan yok! Şemsiyeyi açıyor sırt çantama yenik düşen omuzlarımı kaldırıyor gökyüzüne bakıyorum.Devrilen domino taşlarının tesadüfi olmadığını öğrenecek yaştayım artık.Sadece sıramın gelmesini bekliyorum.
Yol bitti derken sonunda derken aslında nöbet yeni başlıyordu.Soru silsilesine yakalanmadan önce değiştirmeliyim ifademi,maskemi takmalıyım.

**Teşhisimi şimdi koydum,başım ağrımıyormuş,ağırlaşmış müebbetmiş.İlaç içmeden önce bir beyaz kağıt bulup tedavi olmalıyım...