27 Ağustos 2009 Perşembe

ZODYAK


Zodyak hep der ya;uzun zamandır görüşmediğiniz biriyle görüşeceksiniz diye.Mütemadiyen söyler bunu,hiç olmamıştır.Hoş olsa da astroloji falım aklıma gelip de,''evet biliyordum zaten,yazıyordu bugün görüşeceksiniz diye''demem.


Çok uzun süredir görüşmediğim iki arkadaşımla görüştüm bugün.İlkiyle google da maillerime bakarken nasıl olduysa (meğer google talk diye birşey varmış) karşılaştık.En son geçen ramazan görüşmüşüz.Uzun bir süre konuştuk en önemli gelişmeleri özet geçtik birbirimize geçen zamandan.Bir yıldır epey konuşacak şey birikmiş meğer.Ardından buluşmak üzere bir gün belirleyip sözleştik.


Diğeri de tam bir hengamenin ortasında telefonumu aradı.Kendini tanıtmadan kim olduğumu sorunca bir miktar ajite oldum.Sonra ''aslında hiç hazırlıklı değildim,hala bu numarayı kullandığını sanmıyordum'' derken önümdeki telefon uzun uzun sinir bir şekilde çalınca ''pardon bekletmek zorundayım'' deyip diğerini yanıtladım.Bu esnada kimin olabileceğini düşünüp yüzümün kızardığını hissettim.Acaba bir şakaya mı kurban gidiyordum?Tekrar döndüğümde ''kusura bakma,ben de senin kadar şaşkınım aslında ben Berrin'' dedi.Ta ortaokuldan arkadaşım.Liseden sonra görüşmedik diye hatırlıyorum.Sesi değişmemiş de kendisi değişmişmidir diye düşünürken söylediklerine tekdüze yanıtlar verdiğimi farkedip düzelttim kendimi.


Hala düşündükçe hem şaşırıyorum bir miktar hem mutlu oluyorum arayıp beni kendinden haberdar ettiği için.


Acaba Niobe bilmişmidir bu kadarını deyip bakıyorum.E be zodyak yine bilemedin.Bugün için yazdığın yorum iki gün öncesine uyuyor.Yıldızların bir suçu yok ki,yörüngeden çıkan benim.

26 Ağustos 2009 Çarşamba

DÜŞLERİM GERÇEK,GERÇEĞİM YALAN


Yine bir isyan dalgası kabarıyor içimde.Ne uyku uyutuyor,ne yaşatıyor gündüzü.Kabullenmekle vazgeçmek arasında med cezir e tutuluyorum.Sebat etmek gerektir elbette istikrarlı olmak.İnadımı tutarlı tarafa kanalize edebilsem içimde durmadan konuşan -''hadi hadi ne duruyorsun,ne için,kimin için!zaman geçiyor,yerinde saymak değil senin adetin''-gevezeyi susturup.

İşte bu sağlı sollu çelişkilerim beni dengede tutuyor,kim inanır!

PLATFORM


İşten çıktım başım benden önde yerde giderken 3-4 adım ileride ilerleyen platform topuklar kaldırdı başımı.Üzerinde endam eden diyemeyeceğim yürümeye yeltenen kişi uzun ince bir teenager.Yüzde sivilcelerin eksik olmadığı vücut hatlarının nereye konumlanacağını bilemeyip dümdüz şekillenen bir vücut.E buraya kadar herşey olabilir,ben de aynı ucübe dönemden geçtim.Geçtim geçmesine de hiç topuklu ve hatta platform topuk giydiğimi hatırlamıyorum.Hala bile (topuklu giyme yaşım gelmişken) bir türlü yakıştırıp giyemiyorum converse lerimden vazgeçip.

Hal böyle olunca daldığım yerden çıkıp kafa yordum üşenmeden bu durum üstüne.Çok özenilmiş süslenilmiş bir gün olmalı.Muhtemelen çok şık olduğunu düşünüp,yürümekte zorlanmasını önemsemiyordur.Eski fotoğraflarımla kazara yüzleşince farkediyorum.Nasıl şuursuz bir dönemdir o.Ne giysen yakışacağını düşünürsün.

Ardından iki gün önce balayından yeni dönmüş bir arkadaşımda bu durumdaki ile ortak noktayı hatırladım.Bir değişiklik var diye diye.Şimdiye kadar hiç topuklu görmediğim halde evlenince platform topuğa terfi etmişti.

Sonra da bir süre tartıştı sağ ve sol omuzumdaki gevezeler...

Sağ omuz dış ses(iyimser olanı):Hem niye yadırgadım ki ben bu yeniyetmeyi topukluyla,sadece evliler mi giyer?

Sol omuz dış ses(sevimsiz olanı):Hiç olurmu gencecik kız babet giysin,spor ayakkabı giysin ne o öyle annesinin giysilerine özenmiş büyüme meraklısı gibi.

Sağ: Özenmiş giymiş kimene!

Sol: İyi de yürüyemiyor bile.

Sağ: Cesaret meselesi hıh

Sol: Laf söyledi balkabağı,giysem giyerim bende,herşeyin yeri var.

Onlar kavga ededursun kimler topuklu giyer e düz mantık geliştirip olaya noktayı koydum.Evli barklısı giyer tabi,tökezlese yanında denge unsuru var,girer eşinin koluna salınır da salınır.Tek tabanca halinle sen neyine güveniyorsun.Ayağın tökezlese kim koşar imdadına!
Tek başınaysan ayakların yere sağlam basmalı ki dik durabilesin...



23 Ağustos 2009 Pazar

TAMAH


Bir masalım vardı eskiden,favori masalım.Şimdi sadece parça pinçik bölümleri kalmış aklımda.Parçaları birleştirip aradım taradım ve en sonunda buldum. ''Sihirli Fasulye''. Sonunu biraz değiştirmişler gibi geldi ama evet.Bu o.Fee-Fi-Fo-Fum.


Her seferinde o çocuğa birdaha tepeye çıkmamasını umarak dinlerdim.Sanırım ilk olarak anasınıfında dinlemiştim masal saatinde.Her seferinde de çıkardı açgözlü,canı pahasına.Burada sonunda kurtuluyor ama orjinal versiyonunda eskisi gibi yoksullaşıyordu.Zaten teorik olarak öyle olması gerekir.Boşuna büyütmediler bizi bu masallarla.Daha fazlasını istemeyelim aza tamah edelim diye.Nitekim elindekiyle yetinmesini bilen ya da bu mecburiyetini kabullenen insanlar olduk(m)

Bundan sonra aynı ölçüde ilgimi çeken diğer hikaye Güliver'di.Gözlerini patlatmış kaşlarının ortada yukarı doğru kavuştuğunu gören başına mutlaka birşeyler geleceğini anlardı.Başı dertten kurtulmayan bahtsız bedevinin tekidir Güliver.

Uykusuzluğuma katkısı olur diye masalımı buldum,okudum.Bu kez de köşede duran bambularla gözgöze geldim.Ya gece coşup üst katlara kadar devasalaşır da sabah uyandığımda salonda gövdesiyle yüzleşirsem diye.

Kıssadan hisse;Çiçek açmayan bir bitki herzaman daha sinsidir.Ve en tepesinde ne olduğunu merak etmeden önce bir miktar silkelemek gerekir.

20 Ağustos 2009 Perşembe

ÇALGI-ÇENGİ


Kurumsal mailime gelen spam maillerden biri.Abuk bir konusu olmasına rağmen boşlukta bir hoşluk yaratmak adına üşenmeyip açtım.Önce bir link ''önceki yaşamınızda kimdiniz''.Linkte senli benli bir muamele yapmayıp araya mesafe koyduğu için haketti bakılmayı deyip giriştim mevzuya.


Doğum tarihi,cinsiyet ve isim yazdıktan sonra (bu kadar kolay yani geçmiş yaşam analizi yapmak:) çıkan sonuç şöyle; ''Önceki yaşamında kadın olarak 1690 yılında Afrika ülkesinde doğmuştun. Hayatını savaşmadan da mutlu olabileceğimizi anlamak ve bunu herkese anlatmak amacıyla çiftçi, ahçı ya da sağlıkçı olarak geçirdin. Araştırmacı, keşif yapmayı seven ve gezmeyi seven bir kişiliğe sahiptin ve 53 yıl yaşayarak 1743 yılında, şimdiki yaşamında amacını gerçekleştirmek üzere hayatını kaybettin.'' dedi.Eyvallah dedim.Gerçek olmasa da şimdi de edinebileceğim iyi bir amaca hizmet etmişim.Ardından gelecek falı vardı,buna da bakmadan geçmek olmaz.Bu arada iki kişi başlayan şamatamız küçük bir meraklı kalabalığa dönüştü giderek.Ben kimdim,ben kimdim diyerek...Konuyu dağıtmadan gelecekte kim olacağımı da yazayım; ''Sonraki yaşamında erkek olarak 2345 yılında şimdiki A.B.D ülkesinde doğacaksın. Hayatını geçmişi araştırmak amacıyla avukat olarak geçireceksin. Araştırmacı, keşif yapmayı seven ve gezmeyi seven bir kişiliğe sahip olacak ve 83 yıl yaşayarak 2428 yılında, yeni bir amaç için tekrar doğmak üzere hayatını kaybedeceksin. '' buyurdu.Bunda da yine ulvi bir amaca hizmet etmişim diye övünürken gördük ki herkesi farklı ancak aynı yalaka üslupla pohpohluyordu.Zaten bence mühim olan iyi ya da kötü hayatta bir amaca sahip olabilmektir.Öncesi sonrası değil.



Laubaliliğe başladık ya birkere kendime göre bir test buldum oncasının içinden.Bir enstrüman olsam hangisi olurdum?Yani canlı değil de bir eşya olacak olsam niye bir makas ya da çekiç falan olayım ki.Tabi enstrüman olacağım.Bunda diğerlerine kıyasla birkaç fazla soru daha vardı.Üstünkörü cevapladım meraktan ''diyapozon'' çıktım.Hoş,güzel,marjinal,özel bir enstrüman.Amma velakin tipini beğenmedim.Görselciyim ya tipi illa ki düzgün olacak.Müzik yapmaya yarasa da çatala benzeyen bir enstrüman olmak istemediğim için dönüp itina ile tekrar cevapladığımda kendimi buldum.Kastanyet.Evet benden olsa olsa kastanyet olur.Kıvrak,gevrek,otantik,kendine özgü bir havası olan...
P.S. Oh be! Üzerimdeki ölü toprağını tozuttum sonunda.

15 Ağustos 2009 Cumartesi

ÇAY

NG in yeni sayısı 15 gün önce gelmesine rağmen fırsat bulup,el değip yeni bakabildim.Aslında biraz da sindire sindire okumak için bekledim ve bugünü kendime plansız işler günü olarak ayırdım zira her muhtemel boş günümde kafamda sıralı pek çok yapılacak işler vardır.

Bu ayki sayıda ince belli çay bardağında dumanı tüterek çaydanlıktan süzülen tavşan kanı (işte beni çaydan soğutan tabir) çay ı işlemişler hem de büyük bir iştahla.


Okudukça daha büyük bir istek duydum çay içmekten ziyade Rize'nin uçsuz bucaksız yaylalarında bulunmayı.Göz alabildiğine yeşil ve yüksek.Genellikle birşeyin meşhur olduğu yerde bolluktan dolayı kimsenin eyvallah ettiği yoktur ya da çok özel gelmez.Ancak karadenizliler çay üretimi ve tüketimine o kadar çok önem veriyorlar ki anlatırken törensel bir hava katılıyor olaya.Sanki çay tarlaları (belki de yayla deniyordur) tapınak,çay içmek ibadet gibi birşey onlar için.


Bizde de zeytin üretilir gani gani oysa kimse zeytini tarif ederken böylesine tapınmaz gibi geliyor.


Bana kalırsa çay ve bardağından çok çaydanlıklar ya da semaver daha cezbedici.Bunda babamın tiryakiliği ve eşlik eden eziyetli semaver tutkusunun etkisi olmalı.İçmesem de,bu mereti içenlere saygım ve bir miktar da imrenmişliğim vardır.Zira heryerde bulmak kolay ve zahmetsizdir.Aramasan da çoğunlukla ikram edilir.Annemin ''çaysadım'' demesi boşuna olmasa gerek.
Ben yazıyı niye mi yazdım?İçmediğim halde büyük bir zevkle günde 3 kez çay demleyip ardından yazıyı görünce bunun bir işaret olduğunu düşünüp fırsatı değerlendireyim dedim...

14 Ağustos 2009 Cuma

MUAMMA


Hani eski bir televizyon izlerken görüntü karlı ve karıncalı olur da izlediğinden birşey anlamaz ya insan.Çok heves etmişsindir izlemek için ya da inat etmişsindir.Israrla görüntünün düzeleceğine dair bir umut taşıyıp kurcalar irdelersin antenini kablosunu ince ayarını...Tam düzeldi derken hepten gider görüntü,hevesin kursağında bir süre daha denersin şansını.Sonra? Sonra ne izlediğini bile unutur başka meşgaleler edinirsin kendine.
Konudan tamamen uzaklaşmış,unutmuşken ne için çaba sarfettiğini,birden cam gibi ekran karşında beliriverir.Çok kısa bir dumur anından sonra buna neyin yol açtığını düşünürsün elde olmadan.Belki ayağın takılmıştır biryerine ya da canı öyle istemiştir ancak kesinlikle senin ilginin başka yöne yoğunlaşmasını beklemiştir.Öylece bakakalırsın işte en sonunda artık gerçekten izleyip izlememeyi istediğinden ziyade geri geldiği için mutlu olarak...

2 Ağustos 2009 Pazar

EDEB



Haddini aşmamak,kalp kırmamaktır edeb.Sadece o değil;kalp kırmaktan ödünün patlaması demektir.İstisnasız ayrımsız her insan,her canlı varlık,tıp tıp atan her yürek avuçlarımızın arasında tuttuğumuz billür bir kasedir.Dışı nasıl olursa olsun özü narin ve nazenindir.İçin titrer.Düşürmekten,düşürüp de kırmaktan öyle korkarsın.


Dedikodudan,haksızlıktan ve ithamdan uzak durmaktır edeb.


Sadece o değil.İnsan-hayvan,canlı-cansız veya önemli-önemsiz ya da zengin-fakir ayrımı yapmadan etrafına hoş bir nazarla bakmak; ''eyvallah'' diyebilmek, ''eyvallah'' kelimesi üzerine kafa yormaktır.


Bilmediğin konuda susmak,bildiğin konuda ahkam kesmemektir edeb.


Bilgi bir perdedir.Sen ne kadar bilirsen bil,nasıl bir alim olursan ol,en cahil görünen insandan bile öğrenecek bir şeyin vardır elbet.Edeb bunu unutmamaktır.


İnsan ayrımı yapmamaktır edeb.


Sokaktaki bir berduşun yanında da Karun kadar zengin ya da Süleyman kadar muktedir görünenin yanında da aynı sakin idrakla durabilmek; saydam ve şeffaf olabilmek; girdiğin mekana göre ya da konuştuğun adamın nabzına göre laf değiştirmemek,ince hesap bilmemektir edeb.


Aşırılığa gitmemektir edeb.


Hileden,desiseden,yalandan ve zorbalıktan hazzetmemek;kimseyi aptal yerine koymamak,aşağılamamaktır.Tek başınayken de başkalarının yanındayken de şefkati elden bırakmamak;dış görüntülerden,parlak kabuklardan,ünvanlardan,payelerden etkilenmemek;her işte her adımda yüreğe bakmak,yüreğin ibresine göre yol almak...ve habire BEN demekten vazgeçmektir edeb.


Edeb bir ahenk meselesidir.Akord edilmektir.


Akord edilmemiş müzik aletinden çıkan ses uyumsuzdur.Edeb kainatın müziğini yüreğinde duyma ve o müziğe uyma meselesidir.Edeb ahenk içinde olmak demektir.Tabiatla,kainatla,yaradılışla,bütünle ve katreyle sürekli uyum...


Bulaşıcıdır edeb.Tebessümle bulaşır.Gülümseyen bir insan karşısında biz de elde olmadan gülümseyiveririz.Gün boyu çatık kaşla dolaşmaya alışkın yüzümüzün kasları gevşeyiverir.Bakmışız ki dudaklarımız bizden evvel davranmış.Gülümsemeye gülümsemeyle karşılık vermişiz de haberimiz yok.Edeb insandan insana geçer.Aynadan aynaya yansır.İnsanın şaşmaz tabiatıdır.


*Elif Şafak'ın H.T. pazar yazısından alıntıdır.