28 Aralık 2009 Pazartesi

MİLAT

Özlem,üzüntü,dert,keder,hüzün ve bilimum ruhsal durum.Bütün bunlar zihnimizde çevreden dolaylı olarak gelen birtakım duyular sayesinde zihnimiz tarafından oluşturulan,yoktan var ettiğimiz duygular.



Fiziksel bir acı yok,darbe yok nasıl oluyorda vurgun yemiş gibi serseme çevirebiliyor gözün saniyelik gördüğü bir görüntü?Anılarla bütünleşik olmasa,bir geçmişi olmasa yoğun duyguların arasında biryere yerleşmemiş olsa o bina,aslında sadece bir bina.Herhangi biri için sadece bir işyeri.

Işık Yapı Denetim


Tanrım benim bu saatte buralarda ne işim var diye iç geçirerek saat 6 da başlayacak olan arkadaşımın nikahına gitmek üzere yola çıkmışken yanlış otobüse binmem sonucu bu düşüncelere gark olmuştum.Kesin bu işte bir iş var,neden buraya geldim,her işte bir hayır vardır diyerek kendimi teselli ederken o an anladım ki alnımın akıyla vermem gereken bir sınavın içine atılmıştım.İlk anda yaşadığım dumur ve arkasından gelen öfke ile gerçeği farkedememiş,bu anın özellikle bana yaşatıldığını görememiştim.Bir süre (ne kadar geçti bilmiyorum) zihnimdeki sis dağılıp bulanıklık netleşince kimsenin bana yapamayacağı iyiliği kendime yaptım.


Ortada gerçek birşey yok.Herkes gibi o sırada ben de otobüste gidiyorum.Yanımdaki kadından,kapının önünde dikilen adamdan,ya da para toplayan görevliden hiçbir farkım yok.Belki onların da kafalarında binbir türlü düşünce var.Oysa hepsi ''düşünce''den ibaret.Bu hisleri biz çağırdığımız için içimizdeler.,


Hal böyle olunca ;eğer mutlu olmak istiyorsan mutlusun.Mutsuz olmak istiyorsan mutsuz,kederli olmak istiyorsan da kederli.Aynı yerden çok farklı şartlarda geçiyor olsaydım apayrı duygular hissedebilirdim.Netekim asıl istediğim sürekli aynı şeyleri düşünmek,üzülmek,dertlenmek değil.O halde kendimi neden mahkum ediyordum ki eza ya?


Bir süre boşluğun ardından,hafiflik hissi ve ne artı ne eksi.Nötr duygular...Herşeyin şeffaflaşması.Artık bundan sonra yaşasam aynı şeyleri hatta yüzyüze bile gelsem ifadesiz,yorumsuz,tarafsız kalabilirim olmayan duygularımın etkisinde kalmadan.Neydi öfke de bir duyguydu ve içinde bir miktar aşk barındırıyordu.


Suyun üstünde durduğumuza düşünmezsek ve düşündüğümüze inanmazsak yüzemeyiz.Herşey beyinde biter.





17 Aralık 2009 Perşembe

HEADBANG


Bu sabah servisi kaçırdım,otobüste birsürü rocker vardır...


Oysa geç kalkmış uyanamamış falan da değildim.Dün başlayan gribaliteme karşı kendine iyi bakma halimi abartmış sabahın 6.00 sında bol vitaminli bir kahvaltı hazırlamak üzere başlamışken güne şu işi de halledeyim çantamı boşaltayım temizleyeyim vs derken servisin tonton tonton geçip gittiği saatlerde ben henüz hazırlanmamış boş işlerle meşguldüm.


Evden çıkmam gereken saatte çalan alarmımın uyarısına aldırmadan ağırdan almaya devam ettim


Zindeliğimin verdiği gazla koşarak yetiştim ucu ucuna otobüse.Ne çok insan var aynı tempo içinde suratları düşmüş,omuzları çökmüş.Çok enteresan buldum otobüs içindeki ortamı.İlk defa biniyor değilim aksine bol tecrübem vardır otobüs yolculukları konusunda.Ancak erken saatte özellikle yarı uykulu olmam gerektiği halde ben cin gibi,diğer insanlar rüyada oldukları için ilgimi çekmiş olsa gerek.


Bir yandan Zamska dinlerken diğer yandan çaktırmadan insanları izledim çoğunun uykulu olmasına güvenerek.Yoksa çekinirim gözgöze gelmeye yanlış anlaşılma korkusuyla.Netekim beni baştan aşağı süzen yanyana oturmuş 3 kızla gözgöze geldim.Önce başımı öne eğdim acaba terliklerle mi çıkmıştım evden?Sonra düşündüm üstümde başımda bi tuhaflık olup olmadığını.Çaktırmadan saçlarımı yokladım,yüzümü yıkarken taktığım abuk renkli tokalardan birini başımda unutmuş olabileceğimden.Yok.Asayiş berkemaldi.


Kendimi kontrol ettikten sonra kızlara döndüğümde gördüm ki onlar otobüse her yeni binene aynı muameleyi yapıyorlardı.Sokak modasını takip ediyorlardır belki de,kimbilir?


Derken arkamı döndüm daha güvenli (!) bir yere tutunarak.Bu kez kızların karşısında oturan 4 yaşlı amcayı izlemeye koyuldum.Neyse ki onlar göz hareketlerine bakıldığı üzere rem uykusundaydılar.


Otobüs her fren yapışında Nejat'ın temposuna uygun kafa sallıyorlardı


Birkaç durak sonra boşalan orta kapıya doğru ilerledikçe uyuyan insan güruhu ile yüzleştim.Rüya olsa (muhtemelen kabus olurdu) içinden hemen çıkmak isteyebileceğim bir ortam.Orta ikilide saçları yüzlerini kapatmış,önlerindeki demire rağmen her an düştü düşecek izlenimi veren iki kız.


Sabahın köründe nasıl bir coşkuysa içimdeki,otobüsün her deviniminde gevşemiş boyun kaslarının gazabına uğrayan insanları Bulutsuzluk Özlemi'nin hayranları olarak görmem.
Bunlar iyi günler ..:)


13 Aralık 2009 Pazar

TOBUR


Hem et yiyen hem ot yiyen obura ne denir?
Mutfağıma dönüşüm muhteşem oldu.Olur olmaz saatlerde yemek yapma nöbetlerim geri geldi.Doymak değil mesele,envai çeşit malzemeden bir tutam katıp ortaya çıkan mis kokular ve bu ritüel sırasında kokulara eşlik eden yağmurun eşlik ettiği Joy fm dinlemek.Kendi çöplüğünde ötmesi insanın.Yemeklere iştahlandıkça insanın hayata da iştahının artması...
Bu hafta çok boş günümün olması,yağmurlu karanlık günlerde evde miskinlik ve boş işlerle uğraşma gerekliliğinden dolayı hakkını verdim avareliğimin.Çalışma saatlerimin düzensizliğinden uyku saatlerimin değişmesiyle evdeki işleyiş de tersine döndü haliyle.Gecenin 1,5 unda komşulara hasbinallah ve nimel vekil dedirten türden kokullar dejarj oldu hanemizden.Sayemde bir süredir suratını asan buzdolabı,fırın,aspiratör,çaydanlık neşelendi,aşka geldi.
Kafayı tamamen tozutup mutfaktaki eşyalarla konuşmaya başlamadım elbette.Pratikliği panikliği vardırırken yaptığım sakarlıklar yüzünden hırpalanan eşyalarıma şevkatli davranmak üzere onlara karşı dikkatli olmaya çalışıyorum sadece.
Brokoli çorbası yaptım ilk defa,brokolinin her halinin güzel olacağı kanaatimden yola çıkarak.Misafirlerimin çok beğenmesine rağmen benim damak tadıma pek uymadığı halde herkes iştahla yerken ayıp olmasın diye zoraki yedim.,
Görüntü itibariyle çok çekici gelen ancak silikon olduğu için sağlıksız bulduğum kek kalıplarından aldım dün.Fotoğraftakinin fosfor yeşili:)Cam sağlıktır diyen biri olarak güvenilirliliğinden tam emin olamamakla birlikte çok kullanışlı buldum kendilerini.Zira kekin ayrılması camdakine göre daha kolay.Üstelik 10 eşit parçaya ayrılıp muffin görünümlü şirin kekler çıkıyor ortaya.Esrarengiz bu kekler çok sert kafam kırılır vursam dese de ben iki parçasını götürdüm afiyetle.Bir kekte ceviz,üzüm,tarçın,havuç olur da kaçar mı?!?
Bir yay kadını olan Sertab'ın Açık Adres ini dinliyorum,pek hoş...''yazılıdır hepsi hikayede''diyor.Yazılanı oynamamak kimin haddine !

9 Aralık 2009 Çarşamba

İNCELİKLER YÜZÜNDEN


Can bedenden taşınca biraz haddini aşmış olmaz mı?

Köşelerinden sıkışınca kaçıp kurtulmak istedikçe ensesinden tutup yakalayan,içerine koyan bedenin çabalarına rağmen her boşluğu fırsat bilen ve inceliklerinin kurbanı olmuş haddini aşmakta.

Her hayır diyemeyişinde bir minicik kız çocuğunun şahit olduğu şiddet içerikli görüntülerle dolmuştur film şeridi.Ve her gözgöze geldiğinde kendiyle gözlerini kaçırır günah çıkarır gibi.

Hülasa; sarsılarak içeri çağlayan gözyaşları bu çelişkinin tezahürüdür.

3 Aralık 2009 Perşembe

SERZENİŞ

Kendimden şikayetçiyim!

İnsanlara çok takılmamdan,onları olduğu gibi kabul edemememden,kendi doğrularıma göre eleştiri yağmuruna tutmamdan,hatta işin dozunu aşıp neden böyle oldukları için yüzlerine karşı kızmamdan.

Neden adam sende deyip susup bakmıyorum işime.Kendi kendilerine bırakıp zaatalilerini yürüyüp gitmek yolumdan bu kadar zormudur?















2 Aralık 2009 Çarşamba

İŞTE BÖYLEDİR İNSAN!

Bazen melekler kıskanır masumiyetimizi

Bazen kötülüğümüzü görür de Kaçacak yer arar şeytan
Hayat şekle sokulamaz
Nefes hapsedilemez
İstek bağlanamaz
Nefs hiçbir zaman tümüyle öldürülemez
İyi mi yararlıdır yoksa kötü mü
Her zaman bilinemez
Gün gelir bir kötülük
Bin iyilikten faydalı olur

M.C. RUMİ

1 Aralık 2009 Salı

FOCUS




Odaklanma problemi yaşıyorum bir süredir.Ne bulunduğum ortama ne de kendi içimde konuştuklarıma odaklanabiliyorum.Sessizlikte huzur bulmak istiyorum ama her dakika birileri birşeyler soruyor.Çalışırken haliyle ne mümkün sukünet sağlayabilmek ancak evimde yatağımda da aynı hengamede savaş veriyorum.Böyleyken sürekli bir çarpıntı ve gözlerimi kısma isteği duyuyorum gürültüye olan hassasiyetimden.


20 Kasım 2009 Cuma

İF

Dün gece Esintoş beni rüyasında görmüş blog.Anlattıkça ürperdim,ürperdikçe sordum;nasıldı,nerdeydi,başka kimler vardı diye...Cinayet işlemişim,hem de birisini kıtır kıtır kesmişim (hey yarabbi yazarken bile korkuyorum)Yakalanmışım,hapse götürülüyormuşum,Esintoş ta benim için ağlayarak uyanmış.Bir de demez mi telefonumun çaldığına şükrettim o rüyadan kurtulduğum için diye!



Rüya korkunç üstüne bir de bu anlattıklarının aynısının bi değişiğini bir süre önce yaşadığım için daha da huzursuz oldum.Benim rüyamda cinayet değil intihar vardı.Muhtemel Esintoş'un öldürdüğümü gördüğü kişinin intiharıydı.Gerçi yakından uzaktan bilmiyoror mevzuları.Bilse diyeceğim ki beni öfkeli,hırslı gördü böyle şekillendi bilinç altında.



Haydi kimse bilmese sen biliyorsun blog.Rüyalardakinin binde biri kadar bile cani ruhlu olmadığımı ve intiharı bile zayıf insanlara has bir yenilgi olduğunu düşündüğümü.

Çok korktum çok,nedir bu rüyalar böyle.Kendi gördüklerim yetmiyor bir de arkadaşlarım yoluyla beni buluyor.

17 Kasım 2009 Salı

n

Taş olsa çatlardı be blog beni dinlerken sabrın ve selametin için teşekkür edeyim dedim aklıma gelmişken

16 Kasım 2009 Pazartesi

EXPLANATİON


Bu yandaki kısa saçlı kız çocuğunun elinde bir uçurtma var.Uçurtma görünmüyor blogumda ve muhtemelen bir uçurumdan atlamak üzere olduğu izlenimini veriyor.Oysa zannımca o yeni umutlarının peşinde...

.


Bir kan damlasının ağır çekim yere düşmesi gibiydi onun intiharını izlemek.Dehşet verici bir o kadar ironik...

Ve gerçek intikamın yarattığı iç huzuru
;yeni sevdiceğinin aramasıyla uyanmaktır kan uykusundan...

10 Kasım 2009 Salı

SO



İhaneti kabullenen insanlar var.Ben öyle olmadım,olamam...


Son on gündür yazıp yazıp yarım bırakmışım blog.Konuşmaya heveslenip sustuğum içime dertlendiğim gibi.Bilirsin işte,yanlız kalıp kabuğuna çekilip ''hiçbirşey'' yapasın gelir sadece içinden.Beni bilirsin;atlatacağımı,konuştukça içimden atacağımı da...


Dolu dolu günler geçirdim,İzmir'den bir arkadaşım geldi,Kıbrıs'a kesin gidiş yapan başka bir arkadaşımın vedası vardı,bir de aylar önce çöpçatanlığa başladığım hala ilerleme kaydedememiş olan başka bir arkadaşımla 5 aylık uzuun bir seyahat öncesinde buluştuk.Velhasılı kapılıp gömülmedim içimdeki karanlığa,başka başka insanlarla görüşüp başka başka konulardan konuştuk.Bende yüzünde bir gülümseme maskesi olan kendimi izledim zaman zaman uzaktan.Sıkı rol kesiyorum...


Yine döndüm dolaştım kürkçü dükkanına.En önemlisi sıcağı sıcağına aldığım karaların hala değişmemiş olması.Kendimden korktuğum,sadece fevri bir karar alıp çıkmaza sokmaktı herşeyi.O nedenle ileri vadede eyleme geçilesi karalar aldım.


Bir süredir aynı şarkının nakaratını geveliyorum içimden.Düşünecek çok zaman oldu ortamdan koptuğum zamanlarda.Ayrıntılara takılmadan bütün olarak bakıldığında olanların meali ; aklın-mantığın duygulara söz geçiremediği yerde birtakım bedeller ödenmek zorunda.Şöyle ki; çığırından çıkmış olan duyguları,tüm bilgeliği ile dizginlemeye çalışan mantık sabrının sınırlarını zorlamaktadır.Maruz kaldığı ihaneti kılıfına uydurmaya çalışan duygularına esaslı bir tokat atar.Delirmiş olan duygular karşılaştığı travmanın ardından sarsılarak yörüngesine oturduğunda gerçeklerle yüzleşir; esaretten özgürlüğe firar etmenin bedeli çirkeflik,şirretlik gibi tanımlansa da sen hiiç üstüne alınma.Çünkü üstünde yaratılan psikolojik baskının ardındaki gerçek ''yadsıma'' dır.Kendi hatalarını örtbas etme niyetinde olan şahsın zayıf karakterler üzerine oynadığı basit bir oyundan ibaret.Hepsi bu.


Can Yücel dememişmiydi ''bağlanmayacaksın'' diye.


Neyse,yoruldum blog.Daraldım,nefes almaya gidiyorum ben.Zaten belki silerim bu yazdıklarımı da herşeyi sildiğim gibi...

7 Kasım 2009 Cumartesi

AFERİN



Gerçekten aferin hem de bana


Sondan başlayarak başlayayım anlatmaya...


1,5 saatlik uykuyla tabanlarım şişmiş bir halde işe gelmiş olmama rağmen ''aşırı ajitasyon öfori yapar'' tezime ''öfori immün sistemi güçlendirir' i de ekliyorum.


Koca bir izin günümü alışveriş gezme tozma ile geçirip ardından tüm gece (hatta sabah 5 e kadar) çılgınlar gibi salsa ve bachata yapıp işe gelme azmini göstermiş bulunmaktayım.


Nedir bu çılgınlık peki?

1 Kasım 2009 Pazar

GİTME CALİMERO!



Dün bir süredir yemek yeme ritüelimden uzaklaşmış fizyolojik ihtiyaçtan ibaret görüp yumurtayla kendimi geçiştirmek istedim.


Kırdığım ikinci yumurta önce kırılmadı,bir kez daha deneyip sertliğiyle karşılaşınca önceden kaynatılıp dolaba konmuş olduğunu düşündüm.Bir miktar çatlayan kabuktan nefret bir koku yükselince işin aslının öyle olmadığını anladım.Kabuğunu ayırıp içinde gördüğüm ise...


Bir bebek vardı içinde,kimbilir ne zaman can vermiş.Daha kabuğundan çıkamadan.İçim acıdı ona,annemin beni calimero diye sevişi geldi aklıma.Çöktüm mutfakta,kabuğun içinde gördüğüm kendime acıdım,ağladım ağladım.


Ne olurdu annemin Calimerosu olarak kalsaydım,büyümeye merak sardım diye mi büyüttünüz beni?


Gitme Calimero.Ölme!

KAVGAM!


Ben şimdi kavgamı kiminle edeyim...


Doğayla mı,Tanrıyla mı,annemle mi,babamla mı yoksa kendimle mi?


Kadınlar anaç yaradılışlarından dolayı sadece tek bir erkeğe bağlı kalmak ve doğurganlığını sürdürmek ister,erkekler ise sürekli tohumlarını yaymak ister diyen uçkur düşkünü bilim adamlarının yalancısı olup doğaya mı çatsam?


Tanrım olacaklardan haberdarken,temkinimi elimden alıp insanlara koşulsuz şartsız inancımı yitirene kadar seyrederken olanlar bir bildiğin vardır mı demeliyim?


Annemin günlerden günün birinde pilav yerken tabağında bıraktığı iki pirinçten biri olarak doğmaktan ibaret olduğumu düşünmekle saçmalama sınırlarımı zorlamamalımıyım?


Babamı,tüm olanlara rağmen seçme şansım olsa yine seçermiydim muammasıyla beraber hangi hakkın hikmeti yaşananlar?


Kendi kendime bir yandan teselli verirken diğer yandan,susup kabullenmen gerek diyenlere inat haksızlıklara tahammülü olmayan kahrolası yapım yüzünden irdeledikçe irdeleyip benim önsezi onun paranoya diye adlandırdıklarının gerçeğin ta kendisi olduğunu gördüğüm halde donmuş hislerim tarafından fiziksel bir reaksiyon gösterememem sadece bitti diyerek özetlemem sonumuzu...


Son 10 günde yalanların gerçek yüzünü ortaya çıkarıp zafer kazanmış olmam gerekirken aslında ne çok şey kaybettim.


Sezen der ki;Her ayrılık bi vurgun değmeyin yaşlarıma ...

18 Ekim 2009 Pazar

Unutma Çocuk!



Bir Soru...


Hayatındaki en güvendiğin erkeğin (en güvendiklerinden biri değil) ,hayatında en çok değer verdiğin,sevdiğin kadına olan ihanetini öğrenirsen (omuzlarında katmer katmer yük ile) ne olur?


Cevap...


Ellerin titrer ve dizlerin.Vücudunun yükünü taşımaya yetmez gücü,oturmak istersin midenin bulantısı kulak çınlaman dinsin.Karışırsın bir müddet,sokaklara vurursun ardından kendini.Temiz hava alayım dağılayım diyerek ve yanından geçen mutlu çiftlerin yüzlerine bakarak yanındaki adama güvenmemesi gerektiğini bilerek.


Şimdiye kadar öğrendiğin güven,namus,adalet kavramlarını öğretenin en büyük adaletsizliğin başını çektiğine şahit olarak ve içindeki sapasağlam duran özgüveninin fay hattı boyunca sarsıldığını duyarak ama kimseye duyuramadan...


Bulutlar var içimde

Gözlerim yağdı yağacak

Farzetsem ki herşey yalan

Yaşanmışlığın ve aldanmışlığım da

Tüm günahlarını gizlemiş toprak

Acın

Üzerindeki ağırlıkla gün be gün artar

Ve

İşitmez çığlıklarını iyi insanlar

Çünkü senin ruhunda karanlıklara batmış

Kayıp bir kent var...



15 Ekim 2009 Perşembe

ŞÜKÜR



Zıpladım,hopladım ve dört nala dans ederek kutladım bedenime taze kan gibi gelen bir haberi...Öyle umutsuz,ruhsuz kendime hayırsız başlamışken güne ''5 dk da değişir bütün işler'' ,gördüm.


Kaç gündür burcumda eğitim ve kariyer alanında şanslı günlerimde olduğumu ve yeni maddi kazançların gündeme geleceğinden ya da buna benzer şeylerden bahsediyordu.Yine bugün muadil bir yorumun ardından içimden:hadi be sende diyerek çemkirirken ve öğle yemeğinde geçmişe dair geç kalmışlıklarımla bulanmışken iyi haber bir telefon kadar yakınımdaymış


Ciddiyetinin farkındalığını kestirebilmek için konuşmanın ilk 5 dk sı monolog halinde karşı tarafı dinlemekle geçti.Bana resmen (olmasa da henüz) bir iş teklifi yapılıyordu,hem önümdeki 5 yıllık kariyer planıma yön verebilecek bir gelişme hem de yıldızlarımın dediği gibi maddi kazançların gündeme geldiği bir haberdi bu.Daha nolsun bundan iyisi şamda kayısı.Monolog halindeki konuşma açıklığa kavuştukça içimden küçük çığlıklar attım.Bir yandan çok ciddi bir konuşma yapılırken ben oynamaya başlamıştım bile.


İnşallah gözümde büyütmüyorumdur,bu bir şaka değildir diye de kendimi frenlemeye çalıştım bir yandan.İçimdeki güvensizlik o kadar hat safhada ki son günlerde,sözü geçen bir pozisyondan üniversite ile ilgili bir terfi sözkonusu ve ben buna bile şüpheyle bakabiliyorum.Neyse,bu güzel haberi kirletmeyeceğim içimi kirletenleri düşünerek.


Henüz kimseyle paylaşmadım blog.Mutluluğuma hayra yormayanlar varsın gönül işlerine yorsunlar.İş hayatı konusunda yeterince bilendim galiba.Ciddiye binmediği sürece potansiyel riskler taşır terfiler.


Yarın babam geliyor,paylaşmaya ve kutlamaya layık bir haber olduğundan telefonda geçiştirmek istemedim.Yarın bizzat heyecanımı görüp benim için öneminin farkına varsın diye.


''İyilik yap denize at balık bilmezse halik bilir'' demişler ya boşuna değil.Karşılık gütmeden kendimden fedakarlıkla rica üzerine verdiğim destek şimdi bana akademik kariyer olarak geri dönüyor.


Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden

Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak


Ahmet Haşim'in bendeki hikayesini bilahare yazmak üzere uzuyorum.Şiir de pek uydu durumuma:)


Aloha...

7 Ekim 2009 Çarşamba

KEDİ AĞLADI

Benim kendime itiraf edip yapamadığımı,masaüstümde yüzüme bakan masum kedi yaptı.Onun masumiyeti net değil gözlerimdeki buğudan beri...
Ben özlemedim ki seni
Kedi özledi
Çağır onu gelsin diye
Bana kedi söyledi
Çok severmişsin onu
Doyamaz öpermişsin
Sarılıp uyurmuşsun
Nasıl özlemesin ki seni
O da çok severmiş hani
Derdinde yanındaymış
Sevincinde o da mutlu
Sen özlemedin mi onu
Ben istemedim gitmeni
Kedi istedi
Sonra pişmanım diye
Bana kendi söyledi
Sen bilirsin bu kedi
Karşılıksız sevdi seni
Belki de her kedi gibi biraz bencildi
Sende itiraf et hadi
Suç biraz da senindi
Dayanamıyorum de hadi
Çok özlemesin bu kedi.

WANTED



Ağlamaklıyım biraz.


Sebebini bilmiyorum,içim lime lime.Annem olsa kızının ulvi güçlere sahip olduğunu düşündüğünden birşeyler malum oluyordur derdi.Bense daha küçük düşünüyorum.Kırmızı noktalı günler yaklaşıyordur olsa olsa.Ne kehaneti?


Durduk yerde Özsüt'ün aynası,Kızılkayalar ve IQ testleri ile bütünleşik bir anı canlandı beynimde.Gülümsedim.Ağlamaklı halimin müsade ettiği kadar çarpık silik bir gülüş.


Suskun bir akşam yemeğinin ardından,umutsuzluğuma devayı tatlıda arayıp künefe yedim.Bu bile dindirmedi içimden sızanları.


Puzzle yapasım var,eldeki anime Death Note u bitiresim var,boş işlere son verip ders çaışmaya azmedesim var.O değil de herşeyi boşverip beni üzen şeyleri görmezden gelebileceğim biryerlere kaybolasım var...






6 Ekim 2009 Salı

DAYS OF THE WEEK



Pazartesi sokaklarda başıboş gezmek gibisi yok.Hergün öyle ama pazartesi daha bi güzel.Şöyle ki ; herkes çalışırken , haftanın ilk günü stresi yaşarken ben geziyorum.Düşüncesi bile cazip.O insanlar gezerken de ben çalışıyordum.Yok bunun cazibesi intikam hırsından değil.Madah olan herkes gezerken gezmek değil ki hocam.Zira haftasonları insan oğlusu öyle bir hal alıyor ki sanki 5 gün hapis kalmış da sonunda güne günışığına hasret azad edilmiş bir halde elini kolunu nereye koyacağını bilemeyen çömezler gibi geziyor.Nerden mi belli?Tabi ki mağazalardan.Hele bir de indirim sezonuysa.Atılan,giyilen-çıkarılanın haddi hesabı yok.Oysa haftaiçi gezen öylemidir:)


Haftaiçi sokakta gezen insan popülasyonu şöyle; öğrenciler,emekliler ve diğerleri.(bu durumda ben diğerleri kategorisindeyim)Hal böyle oluca bir genç nesile bakıyorum bundan 7-8 yıl öncemi özleyip iç çekiyor,emekli kesime bakıp hem halime şükredip hem de eninde sonunda öyle olacağım için hayıflanıyorum.


Sokak havasının yaptığı vurgunla midem kazınıp 'Ankara Pastane' sinin bayıldığım un kurabiyelerinden iki tanesini iç ettim afiyetle.Orada her daim duran yaşlı tonton amca ne tatlı.Ne varsa eskilerde var mirim.Amca yaş ayırt etmeden bayanlara karşı centilmenlikte kusur etmiyor.Bu bir üstünlük hissi ya da bir kompleks değil.Bir erkeğin bayan karşısında eğilmesi bana kalırsa onu daha çok yüceltir.İşte bu tonton amcaya da saygım sonsuz o yüzden.Ardından Bahariye'yi turladım.Uzun zaman olmuş olmalı ki gitmeyeli yerini bildiğim halde aradığım mekanları sora sora buldum.Kendime şahane bir deri ceket aldım.Oysa yaşlı işi der dalga geçerdim.(yaş kemale erdi belitileri-1)


Kırmızı ışıkta bekleyen ve tam fotoğrafını çekecekken yeşil yanıp uzaklaşan bir dolmuş vardı ki görülmeye değer.Fotoğrafını çekemesem de muadilini buldum.Üzerinde taksim-kadıköy yazıyordu.Gerçekten hala böyle dolmuşlar var mı (varsa da tek olmalı) ya da espri olsun diye mi dolanıyordu bilmiyorum.


Aynı hoşluk başıboşluk bugün de devam edince (pazartesiyi hafta ortasına bağlayan gün salı) bugün de Taksim e attım kendimi.İstanbul'un kurtuluşu (!) nedeniyle çevik kuvvet nefasetini bozmuştu malesef İstiklal'in.


Böyleyken böyle.Gittim gezdim gezdim yordum kendimi iki gün boyunca.Şimdi de yeni bir grup keşfettim (grup eski de ben taze keşfettim) Squirrel Nut Zippers,pek hoş.Bir tutam Beirut bir tutam Pink Martini bir tutam da Emir Kusturica barındırıyor.Kanı kaynayanlara birebir...

4 Ekim 2009 Pazar

UNUTURSUN


Hayatın anlamına,ikili ilişkilerdeki gidişata,gelecek planlarımız ve dolduramadığımız boşluklara dair yapılan konuşmalarla geçen bir pazar daha.



Kayıpların ardından zuhur eden konuşmalardan.



Aslında hiç alakasız gibi olsa da ucundan kıyısından teğet geçen,etkilerinin etkilediği bir gidişin ardından.



Herkes için hayat kaldığı yerden devam ederken birileri için artık eskisi gibi olamayacağını bilmek bile düşündürtebilir,hissettirebilir birebir olmasa da yüzde birini acısının.


Bu nedenledir ki güzel şeyler herzaman herkesle paylaşılabilir.Oysa acılar,hem de en derinde olanlar sadece bloglara özgüdür ya da kıymet bilen en yakınlara...



Bir emir gibi geldi ayrılık günün birinde
En tutkulu sevgiler,en ağrılı hasretler azalır
Aşınır kayalar gibi kalpler zamanın önünde
Unutursun,unutursun
Karışır ya gözyaşları denizlere
Unutursun,unutursun
Alışır ya her insan bu gidişlere






2 Ekim 2009 Cuma

CAME BACK AT LAST

Heyoo,sonunda dönüş yaptım!

Tatilden dönmenin neresi sevindirik,şöyle ki;geride bıraktığım bi dolu insandan sevdiklerimin beni özlediklerini görüp kavuşma ve geçen zamanda olanları canhıraş anlatma telaşı,sevmediklerimin ise göz hapsine aldıkları bir arada en kıskandırık en nispet haliyle enerjimi gözler önüne sermek ve dahası...


Ohoo ben gideli neler olmuş neler..Ya benim gittiğimde kendime kattıklarım,sırra kadem bastıklarım;)


O değil de (!) bugün player'ı gördüm,Görgülü'nün önünde bir süre görmez gözleriyle birilerini aradı,sonra hızla gitti.O sırada içimden çok hınzırlıklar geçti.Hazırlıksız yakalamak gibisi yoktur.Neyse dedim şağlık player bugün şanslı günündesin içimdeki yaramaz çocuğu pışpışlayıp enerjimi yarına saklayayım dedim mübarek gün ;)


Çok fırlama olasım var,her ne kadar kendimi dizginlesem de alçalan yükselen yayım şahlanmış bir kere...

13 Eylül 2009 Pazar

JİGSAW



Saatlerce bir karakutunun başına oturup,yemek yemeden,tuvalete gitmeden(çişini tutabildiği kadar tutarak),çalan telefonları umursamadan bir sezon bitiren ve bunu ertesi gün iyi bir haltmış gibi anlatan tiplere sinir olurdum.





Şimdi onlardan biri oldum.





Kendimce haklı mazeretlerim olmasa bunca yadırgadığım,ayıpladığım birşeyi yapmazdım değil mi(!)Kabul ediyorum mazeretler derken aslında tek bir mazeretim olduğunu...





Her bölümde birer ipucu bulan ve parçaları birleştiren bir dedektif gibi hissediyorum kendimi.Her bulduğum ipucundan sonra ''bingo'' deyip ilgili parçalarla birleştiriyorum.Duvardaki kılıçlar ve cockamouse gibi.





İlk sezon bitiminde bu diziyi izlemek için değil de;izlemek için neden bu kadar geç kaldığıma bir mazeret bulmam gerektiğini hissettim.





Şimdi;ne yaptığımı soranlara neden cevap olarak ''bilmiyorum,bilgisayara bakıp bakıp kahkaha atıyor''dendiği anlaşılmıştır umarım.

Aylakçılık dizboyu,öyle.Yağmurlu günlerde film izleyip miskinlik yapmak gibisi yok






7 Eylül 2009 Pazartesi

KAOS


En yakınımdayken yanımda hep var olacağına inandığım oysa uzaklaştıkça sadece bir varsayımdan ibaret gördüğümden hiç haberdar olmasın istiyorum.Bu kısır döngünün içinde hastalıklı gibi kendimle savaştığımı da.Ancak biliyorum ki -bu yaradılışta var- insan ilişkilerindeki karmaşayı tanımlamayı zorlaştıran tabular fazlasıyla mevcut aramızda. Önyargıları ayıklayıp silbaştan yazdığını zannetse de yenilgimizi,aynı arbedede savaşıyoruz ayrı kulvarlarda.


İnsan doğasına aykırı düşmek kimin haddine,direndikçe içine çeker yanılgıların inadına.Kendi gürültümde boğulmamak için müziiğin sesini açtıkça yükselişe geçiyor kandırmacalarım.Sözsüz,dingin sesler iyi geliyor anladım.


Yine yere yıkılmış bir insan bedeni buldum kompozisyonuma uygun.Ne çabuk yıkılıyorum ayaklandıktan sonra.Esaslı bir rüzgarı bile mazeret edinebilirim güçsüzlüğüme.Direniyorum yoruluyorum,bırakıyorum üzülüyorum.Umursamıyorum bu kez de üzerime geliyor.Belamı bile bile sardırdım başıma.
Nihayetini düşünmeden yaşamak ne zor bazı bedenler için.Her hareketinin sonucunu bilmeyi ya da huyunun kurumasını istemek sadece bana mı has.İçime oturan sabır taşını bile çatlatabilecek negatif iyonlarla yüklü olmam acınılası bir durum mu ya da?

3 Eylül 2009 Perşembe

ZAMAN GEÇİYOR



Hem de nasıl...

Biz dar zamanlara sıkışmış şu sınavlar da bitse,haftasonu da gelse,yaz olsa izne çıksam derken ve bu arada zaman geçmiyor gibi gelse de;geliyor da geçiyor hızla.Hayalini kurduğumuz,uzak gibi gelen şeyler anı olup kalıyor geride.

Nasıl mı anlaşılıyor kaybedilen zaman (kayıp olarak görmek ne kadar doğru bilinmez)?Zıpır günlerinde , uzanmış tavana bakıp benzer hayaller kurduğun can arkadaşın kucağında bir bebekle çıkınca karşına.İlk etapta doğal algılıyorsun.(yadsıma)Sonra bir şimşek çakıyor beyninde.(İşte bu farkındalık anı)Aha...Tuhaflık nerede?Zihninden saymak yetmiyor bir de parmak hesabı yapıyorsun.Eyvahlar olsun!Hafızanın sana dün gibi anlattıkları aslında altı yıl evvelmiş.Önce bir şaşkınlık dönemi ağzı açık duruma dumur olmuş;bu kadar yıl geçerken ben ne yaptım diye düşünüyorsun.Ardından korku dalgası.Bu kadar hızlı geçerken yetiştirebilecekmiyim istediklerimi zaman dolmadan diye..

1 Eylül 2009 Salı

HOPE UP


Kum saati ya da yaşam grafiği gibi...Şu bazı günlerde(!);eğrinin aşağıya doğru inişini hissedip,o indikçe,gözlere doğru çıkan yaşların ardından bir yeşillenme bir huzur dalgası yaşıyor ya insan (kadın olanlar) işte orada kalmak istiyorum.
Bu durumda anlatması en zor olan,sebep yokken yaşamak malum duyguları.O döneme denk gelen halihazırda bir sebep mevcutsa ne ala.Yükü üzerine atıp mazeretin,oyalanırsın geçene kadar.Aksi halde olmadık şeyleri çıkarıp sandıktan ve afiyetle tozlarını üfleyip sebeplenirsin ağlamaklı olmak için.
Erkeklerin 90 dk maç seyredip,ardından aynı maçın 3 saat geniş özetini izleyip keyiflenmeleri benim için -bizim için mi demeliyim ya da?Bu durumda bir örgütlenme durumu sözkonusu olur ki hiiç tarzım değil.Zira artık bu eşitsizlik durumunu fazlasıyla kabullenmiş durumdayım-ne kadar anlamsızsa,içinde bulunduğum dalgalanmanın anlaşılması da o derece zor.
Her daim çiçekler açsa içimde,sevgi ve şevkat dolu olsam mesela.Ya da çikolatamı yerken aynı zamanda bunun kalori olarak döneceğini düşünüp hem öfkeme hem iştahıma yenik düşmesem.Yediklerimi hayatın tadı misali afiyetle yesem,uykumu da depresif ruh halime bağlı değil de keyiften kandırsam ve kedi gibi gerine gerine uyansam.Hafta sonu gireceğim sınavlar hiç aklımdan çıkmadığı halde boşverip hala blog yazsam (relaxasyonun bu kadarı fazla!)
Off topic; Ortaokul öğretmenim zamanında söylemişti bağlaçları çok kullanıyorsun diye.Marylisa da söylemişti.Tamamen çıkarmasam da azaltmam gerek bir miktar.Oysa itici durmasın diye antikalarını kullanmaya başlamıştım.(for example;zira:))

27 Ağustos 2009 Perşembe

ZODYAK


Zodyak hep der ya;uzun zamandır görüşmediğiniz biriyle görüşeceksiniz diye.Mütemadiyen söyler bunu,hiç olmamıştır.Hoş olsa da astroloji falım aklıma gelip de,''evet biliyordum zaten,yazıyordu bugün görüşeceksiniz diye''demem.


Çok uzun süredir görüşmediğim iki arkadaşımla görüştüm bugün.İlkiyle google da maillerime bakarken nasıl olduysa (meğer google talk diye birşey varmış) karşılaştık.En son geçen ramazan görüşmüşüz.Uzun bir süre konuştuk en önemli gelişmeleri özet geçtik birbirimize geçen zamandan.Bir yıldır epey konuşacak şey birikmiş meğer.Ardından buluşmak üzere bir gün belirleyip sözleştik.


Diğeri de tam bir hengamenin ortasında telefonumu aradı.Kendini tanıtmadan kim olduğumu sorunca bir miktar ajite oldum.Sonra ''aslında hiç hazırlıklı değildim,hala bu numarayı kullandığını sanmıyordum'' derken önümdeki telefon uzun uzun sinir bir şekilde çalınca ''pardon bekletmek zorundayım'' deyip diğerini yanıtladım.Bu esnada kimin olabileceğini düşünüp yüzümün kızardığını hissettim.Acaba bir şakaya mı kurban gidiyordum?Tekrar döndüğümde ''kusura bakma,ben de senin kadar şaşkınım aslında ben Berrin'' dedi.Ta ortaokuldan arkadaşım.Liseden sonra görüşmedik diye hatırlıyorum.Sesi değişmemiş de kendisi değişmişmidir diye düşünürken söylediklerine tekdüze yanıtlar verdiğimi farkedip düzelttim kendimi.


Hala düşündükçe hem şaşırıyorum bir miktar hem mutlu oluyorum arayıp beni kendinden haberdar ettiği için.


Acaba Niobe bilmişmidir bu kadarını deyip bakıyorum.E be zodyak yine bilemedin.Bugün için yazdığın yorum iki gün öncesine uyuyor.Yıldızların bir suçu yok ki,yörüngeden çıkan benim.

26 Ağustos 2009 Çarşamba

DÜŞLERİM GERÇEK,GERÇEĞİM YALAN


Yine bir isyan dalgası kabarıyor içimde.Ne uyku uyutuyor,ne yaşatıyor gündüzü.Kabullenmekle vazgeçmek arasında med cezir e tutuluyorum.Sebat etmek gerektir elbette istikrarlı olmak.İnadımı tutarlı tarafa kanalize edebilsem içimde durmadan konuşan -''hadi hadi ne duruyorsun,ne için,kimin için!zaman geçiyor,yerinde saymak değil senin adetin''-gevezeyi susturup.

İşte bu sağlı sollu çelişkilerim beni dengede tutuyor,kim inanır!

PLATFORM


İşten çıktım başım benden önde yerde giderken 3-4 adım ileride ilerleyen platform topuklar kaldırdı başımı.Üzerinde endam eden diyemeyeceğim yürümeye yeltenen kişi uzun ince bir teenager.Yüzde sivilcelerin eksik olmadığı vücut hatlarının nereye konumlanacağını bilemeyip dümdüz şekillenen bir vücut.E buraya kadar herşey olabilir,ben de aynı ucübe dönemden geçtim.Geçtim geçmesine de hiç topuklu ve hatta platform topuk giydiğimi hatırlamıyorum.Hala bile (topuklu giyme yaşım gelmişken) bir türlü yakıştırıp giyemiyorum converse lerimden vazgeçip.

Hal böyle olunca daldığım yerden çıkıp kafa yordum üşenmeden bu durum üstüne.Çok özenilmiş süslenilmiş bir gün olmalı.Muhtemelen çok şık olduğunu düşünüp,yürümekte zorlanmasını önemsemiyordur.Eski fotoğraflarımla kazara yüzleşince farkediyorum.Nasıl şuursuz bir dönemdir o.Ne giysen yakışacağını düşünürsün.

Ardından iki gün önce balayından yeni dönmüş bir arkadaşımda bu durumdaki ile ortak noktayı hatırladım.Bir değişiklik var diye diye.Şimdiye kadar hiç topuklu görmediğim halde evlenince platform topuğa terfi etmişti.

Sonra da bir süre tartıştı sağ ve sol omuzumdaki gevezeler...

Sağ omuz dış ses(iyimser olanı):Hem niye yadırgadım ki ben bu yeniyetmeyi topukluyla,sadece evliler mi giyer?

Sol omuz dış ses(sevimsiz olanı):Hiç olurmu gencecik kız babet giysin,spor ayakkabı giysin ne o öyle annesinin giysilerine özenmiş büyüme meraklısı gibi.

Sağ: Özenmiş giymiş kimene!

Sol: İyi de yürüyemiyor bile.

Sağ: Cesaret meselesi hıh

Sol: Laf söyledi balkabağı,giysem giyerim bende,herşeyin yeri var.

Onlar kavga ededursun kimler topuklu giyer e düz mantık geliştirip olaya noktayı koydum.Evli barklısı giyer tabi,tökezlese yanında denge unsuru var,girer eşinin koluna salınır da salınır.Tek tabanca halinle sen neyine güveniyorsun.Ayağın tökezlese kim koşar imdadına!
Tek başınaysan ayakların yere sağlam basmalı ki dik durabilesin...



23 Ağustos 2009 Pazar

TAMAH


Bir masalım vardı eskiden,favori masalım.Şimdi sadece parça pinçik bölümleri kalmış aklımda.Parçaları birleştirip aradım taradım ve en sonunda buldum. ''Sihirli Fasulye''. Sonunu biraz değiştirmişler gibi geldi ama evet.Bu o.Fee-Fi-Fo-Fum.


Her seferinde o çocuğa birdaha tepeye çıkmamasını umarak dinlerdim.Sanırım ilk olarak anasınıfında dinlemiştim masal saatinde.Her seferinde de çıkardı açgözlü,canı pahasına.Burada sonunda kurtuluyor ama orjinal versiyonunda eskisi gibi yoksullaşıyordu.Zaten teorik olarak öyle olması gerekir.Boşuna büyütmediler bizi bu masallarla.Daha fazlasını istemeyelim aza tamah edelim diye.Nitekim elindekiyle yetinmesini bilen ya da bu mecburiyetini kabullenen insanlar olduk(m)

Bundan sonra aynı ölçüde ilgimi çeken diğer hikaye Güliver'di.Gözlerini patlatmış kaşlarının ortada yukarı doğru kavuştuğunu gören başına mutlaka birşeyler geleceğini anlardı.Başı dertten kurtulmayan bahtsız bedevinin tekidir Güliver.

Uykusuzluğuma katkısı olur diye masalımı buldum,okudum.Bu kez de köşede duran bambularla gözgöze geldim.Ya gece coşup üst katlara kadar devasalaşır da sabah uyandığımda salonda gövdesiyle yüzleşirsem diye.

Kıssadan hisse;Çiçek açmayan bir bitki herzaman daha sinsidir.Ve en tepesinde ne olduğunu merak etmeden önce bir miktar silkelemek gerekir.

20 Ağustos 2009 Perşembe

ÇALGI-ÇENGİ


Kurumsal mailime gelen spam maillerden biri.Abuk bir konusu olmasına rağmen boşlukta bir hoşluk yaratmak adına üşenmeyip açtım.Önce bir link ''önceki yaşamınızda kimdiniz''.Linkte senli benli bir muamele yapmayıp araya mesafe koyduğu için haketti bakılmayı deyip giriştim mevzuya.


Doğum tarihi,cinsiyet ve isim yazdıktan sonra (bu kadar kolay yani geçmiş yaşam analizi yapmak:) çıkan sonuç şöyle; ''Önceki yaşamında kadın olarak 1690 yılında Afrika ülkesinde doğmuştun. Hayatını savaşmadan da mutlu olabileceğimizi anlamak ve bunu herkese anlatmak amacıyla çiftçi, ahçı ya da sağlıkçı olarak geçirdin. Araştırmacı, keşif yapmayı seven ve gezmeyi seven bir kişiliğe sahiptin ve 53 yıl yaşayarak 1743 yılında, şimdiki yaşamında amacını gerçekleştirmek üzere hayatını kaybettin.'' dedi.Eyvallah dedim.Gerçek olmasa da şimdi de edinebileceğim iyi bir amaca hizmet etmişim.Ardından gelecek falı vardı,buna da bakmadan geçmek olmaz.Bu arada iki kişi başlayan şamatamız küçük bir meraklı kalabalığa dönüştü giderek.Ben kimdim,ben kimdim diyerek...Konuyu dağıtmadan gelecekte kim olacağımı da yazayım; ''Sonraki yaşamında erkek olarak 2345 yılında şimdiki A.B.D ülkesinde doğacaksın. Hayatını geçmişi araştırmak amacıyla avukat olarak geçireceksin. Araştırmacı, keşif yapmayı seven ve gezmeyi seven bir kişiliğe sahip olacak ve 83 yıl yaşayarak 2428 yılında, yeni bir amaç için tekrar doğmak üzere hayatını kaybedeceksin. '' buyurdu.Bunda da yine ulvi bir amaca hizmet etmişim diye övünürken gördük ki herkesi farklı ancak aynı yalaka üslupla pohpohluyordu.Zaten bence mühim olan iyi ya da kötü hayatta bir amaca sahip olabilmektir.Öncesi sonrası değil.



Laubaliliğe başladık ya birkere kendime göre bir test buldum oncasının içinden.Bir enstrüman olsam hangisi olurdum?Yani canlı değil de bir eşya olacak olsam niye bir makas ya da çekiç falan olayım ki.Tabi enstrüman olacağım.Bunda diğerlerine kıyasla birkaç fazla soru daha vardı.Üstünkörü cevapladım meraktan ''diyapozon'' çıktım.Hoş,güzel,marjinal,özel bir enstrüman.Amma velakin tipini beğenmedim.Görselciyim ya tipi illa ki düzgün olacak.Müzik yapmaya yarasa da çatala benzeyen bir enstrüman olmak istemediğim için dönüp itina ile tekrar cevapladığımda kendimi buldum.Kastanyet.Evet benden olsa olsa kastanyet olur.Kıvrak,gevrek,otantik,kendine özgü bir havası olan...
P.S. Oh be! Üzerimdeki ölü toprağını tozuttum sonunda.

15 Ağustos 2009 Cumartesi

ÇAY

NG in yeni sayısı 15 gün önce gelmesine rağmen fırsat bulup,el değip yeni bakabildim.Aslında biraz da sindire sindire okumak için bekledim ve bugünü kendime plansız işler günü olarak ayırdım zira her muhtemel boş günümde kafamda sıralı pek çok yapılacak işler vardır.

Bu ayki sayıda ince belli çay bardağında dumanı tüterek çaydanlıktan süzülen tavşan kanı (işte beni çaydan soğutan tabir) çay ı işlemişler hem de büyük bir iştahla.


Okudukça daha büyük bir istek duydum çay içmekten ziyade Rize'nin uçsuz bucaksız yaylalarında bulunmayı.Göz alabildiğine yeşil ve yüksek.Genellikle birşeyin meşhur olduğu yerde bolluktan dolayı kimsenin eyvallah ettiği yoktur ya da çok özel gelmez.Ancak karadenizliler çay üretimi ve tüketimine o kadar çok önem veriyorlar ki anlatırken törensel bir hava katılıyor olaya.Sanki çay tarlaları (belki de yayla deniyordur) tapınak,çay içmek ibadet gibi birşey onlar için.


Bizde de zeytin üretilir gani gani oysa kimse zeytini tarif ederken böylesine tapınmaz gibi geliyor.


Bana kalırsa çay ve bardağından çok çaydanlıklar ya da semaver daha cezbedici.Bunda babamın tiryakiliği ve eşlik eden eziyetli semaver tutkusunun etkisi olmalı.İçmesem de,bu mereti içenlere saygım ve bir miktar da imrenmişliğim vardır.Zira heryerde bulmak kolay ve zahmetsizdir.Aramasan da çoğunlukla ikram edilir.Annemin ''çaysadım'' demesi boşuna olmasa gerek.
Ben yazıyı niye mi yazdım?İçmediğim halde büyük bir zevkle günde 3 kez çay demleyip ardından yazıyı görünce bunun bir işaret olduğunu düşünüp fırsatı değerlendireyim dedim...

14 Ağustos 2009 Cuma

MUAMMA


Hani eski bir televizyon izlerken görüntü karlı ve karıncalı olur da izlediğinden birşey anlamaz ya insan.Çok heves etmişsindir izlemek için ya da inat etmişsindir.Israrla görüntünün düzeleceğine dair bir umut taşıyıp kurcalar irdelersin antenini kablosunu ince ayarını...Tam düzeldi derken hepten gider görüntü,hevesin kursağında bir süre daha denersin şansını.Sonra? Sonra ne izlediğini bile unutur başka meşgaleler edinirsin kendine.
Konudan tamamen uzaklaşmış,unutmuşken ne için çaba sarfettiğini,birden cam gibi ekran karşında beliriverir.Çok kısa bir dumur anından sonra buna neyin yol açtığını düşünürsün elde olmadan.Belki ayağın takılmıştır biryerine ya da canı öyle istemiştir ancak kesinlikle senin ilginin başka yöne yoğunlaşmasını beklemiştir.Öylece bakakalırsın işte en sonunda artık gerçekten izleyip izlememeyi istediğinden ziyade geri geldiği için mutlu olarak...

2 Ağustos 2009 Pazar

EDEB



Haddini aşmamak,kalp kırmamaktır edeb.Sadece o değil;kalp kırmaktan ödünün patlaması demektir.İstisnasız ayrımsız her insan,her canlı varlık,tıp tıp atan her yürek avuçlarımızın arasında tuttuğumuz billür bir kasedir.Dışı nasıl olursa olsun özü narin ve nazenindir.İçin titrer.Düşürmekten,düşürüp de kırmaktan öyle korkarsın.


Dedikodudan,haksızlıktan ve ithamdan uzak durmaktır edeb.


Sadece o değil.İnsan-hayvan,canlı-cansız veya önemli-önemsiz ya da zengin-fakir ayrımı yapmadan etrafına hoş bir nazarla bakmak; ''eyvallah'' diyebilmek, ''eyvallah'' kelimesi üzerine kafa yormaktır.


Bilmediğin konuda susmak,bildiğin konuda ahkam kesmemektir edeb.


Bilgi bir perdedir.Sen ne kadar bilirsen bil,nasıl bir alim olursan ol,en cahil görünen insandan bile öğrenecek bir şeyin vardır elbet.Edeb bunu unutmamaktır.


İnsan ayrımı yapmamaktır edeb.


Sokaktaki bir berduşun yanında da Karun kadar zengin ya da Süleyman kadar muktedir görünenin yanında da aynı sakin idrakla durabilmek; saydam ve şeffaf olabilmek; girdiğin mekana göre ya da konuştuğun adamın nabzına göre laf değiştirmemek,ince hesap bilmemektir edeb.


Aşırılığa gitmemektir edeb.


Hileden,desiseden,yalandan ve zorbalıktan hazzetmemek;kimseyi aptal yerine koymamak,aşağılamamaktır.Tek başınayken de başkalarının yanındayken de şefkati elden bırakmamak;dış görüntülerden,parlak kabuklardan,ünvanlardan,payelerden etkilenmemek;her işte her adımda yüreğe bakmak,yüreğin ibresine göre yol almak...ve habire BEN demekten vazgeçmektir edeb.


Edeb bir ahenk meselesidir.Akord edilmektir.


Akord edilmemiş müzik aletinden çıkan ses uyumsuzdur.Edeb kainatın müziğini yüreğinde duyma ve o müziğe uyma meselesidir.Edeb ahenk içinde olmak demektir.Tabiatla,kainatla,yaradılışla,bütünle ve katreyle sürekli uyum...


Bulaşıcıdır edeb.Tebessümle bulaşır.Gülümseyen bir insan karşısında biz de elde olmadan gülümseyiveririz.Gün boyu çatık kaşla dolaşmaya alışkın yüzümüzün kasları gevşeyiverir.Bakmışız ki dudaklarımız bizden evvel davranmış.Gülümsemeye gülümsemeyle karşılık vermişiz de haberimiz yok.Edeb insandan insana geçer.Aynadan aynaya yansır.İnsanın şaşmaz tabiatıdır.


*Elif Şafak'ın H.T. pazar yazısından alıntıdır.

31 Temmuz 2009 Cuma

MANİPÜLASYON


Bu sabah 7:30 civarı Koşuyolu parkında güvercinlere sabah kahvaltısı münasebeti ile aldığım formdan hediye ederken düşündüm de.Tevekkül de vardır muhakkak,ancak küçük manipülasyonlar olayların gidişatında muazzam değişiklikler yaratabiliyor.Bugünden itibaren geriye doğru sararak süreci yeniden düşündüğümde ayrıntı gibi görünen bir 'an' şuanki konumu çok farklı bir hale getirebilirdi.Keşke lik bir durum değil sadece bundan sonra olacaklara küçük müdahalelerle istediğim şekilde biçimlendirebilirim.
write own destiny
Bütün bunları düşünürken kuşlar bir bir dağıldı.Ve i pod da çalan şarkı manidar;
...işte ben böyle öldüm
gittim kendimi gömdüm
sonra toprağa sordum:
dünya böyle değildi?
toprak dedi sen kördün...
P.S. içime bu kadar işlemiş,kendimle haşır neşir dünyadan bir haberken biryerlerde herşeyin yolunda gittiğini görmek ne güzel.Ninja'ya...

28 Temmuz 2009 Salı

WİCKED GAME


Hazırlıksız yakalandım oyununa...Hamlesini yapmak için tam bir yıl bekledi.Faka bastırmak ve alt etmek için rakibini,sabır şart.Zira sabırlı bir player kazanmayı hakeder.
Bir zamanlar aynı tarafta iken şimdi karşı karşıya gelip rakip mi olmuştuk.Neyi yarıştırıyoruz?Egoları mı yoksa daha kutsal birşeyler kalmışmıdır aramızda?
Zaman geçiyor diyor kozunu edinmiş.Kartlar açıkmış bu sefer,tek kaşım itiraz ediyor.
En soğuk kanlı yüz ifademi takınıp flush royale i açana kadar zaferinin tadını çıkarmalı...

22 Temmuz 2009 Çarşamba

HAMUŞ


Bir şarkı,bir film,bir kitap ya da sadece bir kare aşkın yokluğuna inanmışken nicedir,kolaylıkla kandırabiliyor biryerlerde birzaman varolduğuna.Şimdi yoksa bile belki de çok eskiden vardı.Yoksa nasıl kusursuz tarif edilir bilinmeyen bir duygu.

Edward ile Bella nın yanıp tutuşurken kavuşamayan bedenleri mi aşk ya da Elif Şafak ın tarif ettiği türden bir nirvana mı?

Limon çiçekleri bile olabilir,kimbilir...

14 Temmuz 2009 Salı

PANTUFLA

Ösym nin sitesine sinir oluyorum,ne zaman önemli bi iş olsa acilen yapılması gereken,kilitlenmek zorunda mı?Acaba sadece bizim ülkemize has bir durum mu,network ün başarısız yapılanmasından ibaret mi günlerdir çektiğim çile?

Dün akşam 8 sularında (ne alaka sularla halbuki değil mi?) zat_ı muhterem in birisi-onu bu şekilde onurlandırıyorum mailimin içeriğini merak edip beni onore ettiği için-2 kez hotmail adresimin şifresini kırma girişiminde bulunmuş!Başarabilmiş mi?Hayır başaramamış.
Msn in anasayfasından hotmail e tıklayınca sağ üst köşede çıkan kıvırcık uzun saçlı,mavi piti kare gömlekli,elinde bilgisayar tutan çocuk ne hoş,onu görünce ne yapacağımı unutuyorum bakmaktan.Öyle abazanlıktan falan değil fesat zihniyet.Çok tatlı,sevimli,kendine has,bir de objektife bakmadan durması takdire şayan.Eh şimdi kıskanılmayı haketti.
Neredeyse 20 gündür yazmamışım.Sonuncusu tatile gitmeden önceki güne ait,nitekim ruh halimdeki çatlak,durumu ayan beyan ortaya koyuyor.Geçen süre boyunca çok yazdım,çok okudum ve çok konuştum kendi kendimle.Özellikle yol hikayeleri adı altında bir kitap çıkardı belki her an yazdıklarımı koruyabilseydim son 4 haftasonu yolculuk yapıp 1860 km yaptığım düşünüldüğünde.Günlük tutmaktaki beceriksizliğim gibi eskizlerimi korumayı başaramadığım için ve sonradan olma değil spontan yazma taraftarı olduğum için olamadı.
Bir taraftan gezip tozup eğlenmek isteği ile içim coşup taşsa da bunları yapacak enerjiyi bulamıyorum kendimde.Uzun zamandır ruhuma hakim olan kırgınlığımın sebebini sorsalar utanırım söylemeye,etrafta çok daha kayda değer sorunlar kol gezerken.
Pantufla ne mi?Yeni buldum ve telafuzu çok hoşuma gitti.Ayak yapmak,kandırmaca gibi bir anlamı varmışmış.Belki de bir ekşi sözlük yazarının uydurmasıdır.Konuyla ne alakası mı var?Çok...


27 Haziran 2009 Cumartesi

LONELY İN CROWDED


İnsanın kendi ölümünü görmesi kadar korkunç birşey yokmuş.En azından şuanda öyle hissediyorum.Kalp krizi,hastalık sonrası vs ile olsa ecelim gelmiş der bir nebze olsun kabullenirdim belki ancak hayata sımsıkı bağlı birinin intihar gibi kendi isteğiyle hayatına son vermesi ve ardından tüm sevdikleri etrafında kayıtsız dururken yeniden canlandırılmasını izlemek acıların en büyüğü.(yada en büyüğünden bi öncekidir,en sevdiklerimden birini görsem bu konumda kendi ölümümden daha çok acı verirdi)


Hala boğazımda bir düğüm,tüylerim diken diken gördüklerimi son bir kez düşünüyorum.Vapurdayız,hava çok soğuk (ya da hava iyi de su çok soğuktu,boğulmadıysam da donarak ölmüş olmalıyım) Yedi yıldır görmediğim tüm lise arkadaşlarım oradalar.Hep birlikte biryere gidiyoruz.Gayet keyifli anın tadını çıkarırken birden birşey beni çok rahatsız ediyor.Kimse benimle konuşmuyor.Herkes birbirine dönmüş birşeylerden bahsediyor.(gerçek olmadığı nerden belli,normalde olsa bu beni hiç rahatsız etmez.Bir şekilde konuyla alakam vardır,yoksa dahil olurum,olamamışsam edepli edepli oturur dinlerim)E be salak o zaman uyansana işte rüya bu deyip açsana gözünü.Yok!Ya merakımın kurbanı oldum izledim,ya da gerçekten inandım böyle birşeyin olabileceğine.O kadar üzülüyorum ki bu duruma koşarak denize atlıyorum,sonra malumunuz film şeridi geçiyor,kısa ama bir o kadar uzun.Bundan sonra gördüklerim tam bir karmaşa.Arkamdan birileri atlıyor belki görevli belki ölmemi istemeyen birileri.Çıkarılıyorum denizden,ruhun bedenden ayrıldığının tartışmasız ifadesi olan beyaz ve boş bir ifade var yüzümde.Etrafımdaki kalabalık kafası kesik tavuk gibi dolanıyor etrafımda (hoca öyle derdi panikten ne yapacağını bilemeden koşuşturanlara) Üzerimdeki ıslakları çıkarmışlar,birileri şiddetle göğsüme basıyor yaşatabilmek için.Tabi bende zerre acı yok sadece içimi çeke çeke ağlıyorum.Dikkatli baktıkça ablamı annemi de görüyorum kafaların arasında öylece donup kalmışlar.O andan sonra iç çekmem haykırmaya yada-bu yetmez tarif etmeye-böğürmeye dönüşüyor.Çok geçmeden rüyamdakinin yüzde biri bir ses ve hıçkırıkla uyanıyorum.


Bir süre daha ağlamam devam etti etkisinden sıyrılana kadar ve her enteresan rüyamın ardından düşündüğüm gibi bu rüyaya neyin neden olmuş olabileceğini düşündüm.Önceki gün Akile teyzenin baktığı fal geldi aklıma,her seferinde yaklaşık aynı şeyleri söyleyip gülmemize rağmen bu sefer bir süre gözgöze gelip sessiz kaldık ''kızım senin için ağlıyor'' demeden önce.O öyle değil mi der gibi kaş altından baktı ben yaramazlık yaparken yakalanmış kız çocuğu gibi şaşkın.(Adam Fawer in Empati sinde der ki yüzdeki her kas hareketinin ayrı duygulara karşılık gelen anlamı varmış)Fal bakmak için öyle ulvi güçlere ihtiyaç yok.Biraz annelik içgüdüsü herşeyi çözmeye yetermiş meğer.
Sonuç olarak şimdi sorsalar nerede ölmek istersin diye hani insan en sevdiği yerde ölmek ister ya,vazgeçtim denizde ölmek iyi bir fikir değil.Ailemi arkadaşlarımı çok seviyorum bunu bir kez daha anlamış oldum bir de yaşamayı...